Tarihçi Yaşar Yücel Hocamızın 17. yy'a tarihlendirdiği anonim bir kitapta ( Kitâbu Mesâlîh ) 43. bâb fırıncılara ayrılmış. Diliyle olsun, ifade şekliyle olsun dönemin fırınlarını bize aktaran bir metin. Metni ilk gördüğümde tebessümle okumuş "ne olacak bu fırıncıların hâli " demiştim.
43. Bâb
"Müslümânların ekseri etmekçilerün bir hâllerinden katı bî-hûzurlardur. Vezîr-i a'zam hazretlerinin zamanlarında eğer buna dahî çâre olursa külliyyen müslümânlar hayr du'âlar iderlerdi. Ahvâl budur ki ekser etmekçi furunlarında furuncusu ve etmek yoğurucusu cemî'si kâfirlerdür, sehel furun vardur ki müslümân ola. Pes furuncusu kâfir olanların etmekçileri ellerin yumazlar ve etmek yoğurduklarında âdetdür ki giyeceğin ve gönleğin ve şapkasın bile çıkarur dahî yoğurur; terledükde gövdesinden ve saçlarından derleri ve bitleri tekne içine dökülür, hiç eksüği olmaz, muttasıl yoğurmağa meşgul olur; değme bir kıl ya sinek düşse mukayyed olmaz, hemân tîzce bişüreyim satayım, akçe elüme girsün dir. Günâh eksüği değül, kâfirdür. Ne münâsebetdür ki müslümân etmekçileri bulmağa çâre var iken furun sâhibleri furunların müslümânlara virmeyeler, dahî kâfire vireler. Ne münâsebetdûr müslümânlara zulmdür. Bu vechile muhtesib yasağ idecek her kişi furunun müslümâna virir ve ol furun dutan müslümâna dahî ısmarlana ki cehd idüb furun hizmetkâr bulmazsa ırgadların temiz dutdursun, üzerlerine dursun, bâri saçların traş itdürsün, müslümânlara pâk etmek yedürsün. Böyle eylemezlerse muhtesib hakkından gelsün deyü buyurulursa bu husûsdan dahî Vezîr-i a'zam hazretlerine hayr du'âlar ve sevâb-ı azîmler hâsıl olur."
Yaşar YÜCEL, Osmanlı Devlet Teşkilâtına Dair Kaynaklar, T.T.K. 1988
22 Ekim 2013 Salı
25 Mayıs 2013 Cumartesi
Kathe Kollwitz ve Brot ( Ekmek)
Kathe Kollwitz. 1867-1945 yılları arasında yaşamış Alman kadın grafik sanatçısı ve heykelci... Hayatı boyunca sosyal adaletsizliğe ve savaşa karşı duruşuyla yaşadığı, gördüğü ızdırapları sanatına yansıtmış bir insan. 20.yy'ın başlarında "Demir ve Kan" idealinin kendi ülkesi ve Avrupadaki etkilerini yaşayarak çağının ruh dilini siyah beyaz desen diliyle ezmeye çalışan bir sanatçı.
Sizinle paylaşacağım eseri ise 1924 yılında yaptığı " Brot " yani ekmek... Bir annenin ekmekle imtihanı...
Annenin sırtı dönük betimlenmesi çocuklarına ekmek veremeyen annenin ruh halini gösteriyor. Yokluğun ne demek olduğunu bilmeyen, yokluğu sonradan öğrenecek olan, çocuklar analarından sadece istemektedirler.Hangimiz bir şey istediğimizde annelerimizin eteğini çekiştirmedik ki ?
Yokluğa dair hiç bir görüntüde farklılık yoktur. Dünyanın neresinde olursanız olun yokluk sizi eşitler... Açlık tabiatınızı değiştirir...
Hayvan pisliğinin içindeki arpa tanelerini yıkayıp aç kalmamaya çalışanları bilince tezgahtaki ekmekleri beğenmeyen nankörlere ( ekmek körü), ekmeği çöpe atıyorum diyenlere, atmayıp dışarıya asıyorum diyenlere çok şeyler diyorum ... Bazılarına ekmek satmıyorum, bazılarına anlatıyorum, bazılarına ise sadece kalbimle buğz ediyorum. Buğz ettiklerime de dua ediyorum...
23 Şubat 2013 Cumartesi
Ekmek Fiyatı ve Sosyal Adalet
İstanbul’da
ekmek fiyatının 60 kuruştan 70 kuruşa çıkarılması Abdülhamid devrinden kalma
ucuz ekmek yedirme politikasını yine günün konusu haline getirdi. Yapılan
yorumlarda yeni alıştığımız bâzı ilkelere fazla yer verildiğini de gördük.
Ekmeğe bağlı bir sosyal adalet ilkesi ekmek fiyatının arttırılmasına en fazla
konu edildi. Fakat Abdülhamid devrinden bu yana her şey değişti, artık bir
lokma ekmek hiçbir toplumda bir gaye olmadığı gibi, katıksız en iyi cinsten
ekmek de bir toplumda sosyal adalet tarifine girmiyor. Bu kadar ucuza temin
edilen bir sosyal adaleti artık kimse istemiyor, pahalısını katıklısını
istiyor.
Ekmek işinde
sosyal adaleti ararsak bunu ilk önce Toprak Mahsulleri Ofisinin ekmeklik buğday
politikasında aramak lâzım. Bilindiği gibi bu ofis vaktile zürrayı korumak
politikasına uygun olarak buğdayı köylüden dünya ve iç piyasa fiyatlarının
üstünde bir fiyatla satın almakta ve büyük şehirlerde aynı buğdayı fırınlara maliyetin
altında bir fiyatla satmakta idi. Tabiatile böyle bir alış veriş ofisi
milyonlarca zarara sokmuştu ve bu zararlar da Bütçe’den kapatılıyordu. Sonradan
Amerikan buğdayı ithali bu zararları büyük ölçüde hafifletti.
Bol memurlu
ofis, zararına buğdayı sadece büyük şehirlerde sattığı için bu şehirlerde diğer
gıda maddelerinin fiyatı süratle yükselirken ekmeğin fiyatını bu süratten
kaçırmıştır. Fakat ofisin zararları devlet bütçesinden kapatılınca asıl sosyal
adalet işte bu sebeple ihlâl edilmiş olmakta, büyük şehirlerde yaşayan vatandaş
vatanın diğer kısımlarında yaşayanları sömürmektedir. Şöyle ki, İstanbul’da
ekmek 35 kuruşa satılırken aynı ekmek Urfa’da 80 kuruşa satılmıştır. Neden?
Zira İstanbul’da fırınlara verilen buğdayın fiyatı maliyeti bile karşılamayan
fiyat, oysa ki Urfa’daki fırıncının ödediği maliyetin üzerine kâr ilave edilmiş
olan piyasa fiyatı. Ama kimsenin aklına gelmiyor ki, Urfa’lı vatandaş da
İstanbullu vatandaş gibi aynı kanunlara muhatap olarak devlet bütçesine serveti
ve geliri ile iştirak ediyor. Neden ona da ucuz ekmek verilmiyor. İşte asıl
sosyal adaletin, ihlâli buradadır. Fakat işin garibi bunu pek az düşünür konu
etmiştir. İstanbul’da sırasında turfanda kilosu 50 liraya bamya, 20 liraya
patlıcan alabilen vatandaşa ekmeği maliyetinin altında satmak ve bu yolda
girişilen zararı kendilerine bir içme suyu temin edemeyen devletin Urfa’lı,
Mardin’li, Kastamonu’lu, Niğde’li
vatandaşa şekeri maliyetinin iki mislinden fazla bir fiyatla temin ettiği hasılatla karşılamak hiçbir anlamda
sosyal adalet ile bağdaştırılamaz. İstanbul daha çok vergi veriyor deniyor, iyi
ama aynı İstanbul bütçeden finanse edilen devlet masraflarının en büyük payını
alıyor.
Büyük şehirlerde
yaşayan düşük gelirli vatandaşa gelince; ilk olarak şunu söyleyeyim ki
sırasında bir teneke suyu 150 kuruşa satın alan gecekondu sakinlerine 60 kuruşa
ekmek satan devlet bu politikası ile sosyal adaleti gerçekleştirmek istediğini
nasıl iddia edebilir? Sonra bütün gıda
ekmek midir? Katık fiyatlarından ne haber? Makarna 3 ilâ 4 lira, patates
2,5 lira, soğan keza öyle sebze ve meyvelerin yanına yaklaşmak, bâzı
vatandaşlar için fezaya çıkmak gibi bir şey. Böyle bir iktisadi ortamda ekmeği
Abdülhamitten yadigâr kalma bir usulle ucuza satmak ancak Abdülhamid’in sosyal adalet düşüşçesine uygun olur.
60 kuruştan 70
kuruşa yükseltilen ekmeğin kalitesi ise bu politikanın artık iflâs etmiş
olduğunu belirtmek için kâfi gelir sanıyoruz. Ucuz fakat yenmesi zor ekmelerden
o düşük gelirli addettiğimiz vatandaş bile şikâyetçidir. Gece kondu semtlerinde
bile çöp tenekeleri ekmekle doludur. Ucuz olduğu için, yâni diğer gıda
maddelerine nisbetle ekmeğin fiyatı düşük olduğundan, en kötü şartlar altında
yaşayan şehirlilerin dahi ekmek satın alırken bir müşteri rantı elde ettiğini
kabul etmek lâzımdır. Bu sebeple de bayat ekmeği yememekte, atıp tazesini
almaktadır. İstanbul’da günde 10.000 ekmeğin çöplüğe atıldığını itiraf eden
alâkalılar nasıl olur da bu gerçeği fark etmezler? Daha iyi kalite ekmeği daha
pahalıya almaya razı olanlar sadece yüksek gelirliler değil fakat bütün
şehirliler olduğunu nasıl olur da bir türlü fark edemiyoruz? Bu politikanın
bize ekmeğe saygıyı dahi unutturduğunu görmek için şehride şöyle bir dolaşmak
kâfidir sanıyoruz. Millî servetin ucuza ekmek satmak politikası ile de tahrip
olabileceğini şu günlerde bir türlü anlayamamak, bize çok ama çok garip
geliyor.
Eskiler,
Türkiye’de ekmek fiyatı yükselince asıl ihtilâl bundan çıkar diyorlar. Bence
bugün için bu millete düpedüz hakarettir. Artık bu toplumda ekmeğin, kuru
ekmeğin, bayatlayınca ağza alınmayacak, mandıralarda ineklerin bile kepek
suyuna tercih etmedikleri bir ekmeğin bolluğu veya kıtlığı, ucuzluğu veya
pahalılığı ne ekonomik ve de sosyal bir mesele olamaz. Nitekim bugün gecekondu sakinleri
bile ekmekten şikâyet ederken, bayatı yenmiyor, günde iki üç defa fırına gitmek
zor geliyor diyor ve meseleyi burada kapatıyor. Diğer yorumlar ise basında
öteden beri alışılmış sloganların tekrarından başka bir şey değil. Zaten
bugünkü iktisadi ve sosyal ortam içinde bundan başka bir şey de olamaz. Zira bu
toplum artık sosyal adaleti ekmekte değil, katıkta aramağa başlamıştır.
Nihayet ucuz
ekmek politikasının çok önemli olan bir istihsal sektörünün iptidai şartlardan
kurtulamamasına sebep teşkil ettiğini de iddia edebiliriz. Memleketimizde büyük
şehirlerde bütün istihsal sektörlerinde medeni ölçüler büyük ilerleme
kaydettiği halde fırıncılık 100 yıllık bir gerileme içinde kalmıştır. Bilhassa
tek ekmek tipi üzerinde ısrar etmemiz ve bunu da fiyatını mesela ekmek
fabrikalarının kurulmasını teşvik etmeyecek şekilde düşük tutmamız, ekmek
imalinde en iptidaî şartlara bağlı kalarak yaşayabilen bir fırıncılığa ve bunun
sosyal ve ekonomik neticelerine katlanmamıza sebep olmaktadır. Nitekim bugün
fırınlarımızdaki çalışma şartları çok ağır, işçi ücretleri çok düşük, yatırılan
sermayenin verimi diğer iş kollarındakine nazaran çok geridir. Böyle olunca da
fırıncı müteşebbis tabiatile hile yoluna sapmakta ve içinde bulunduğu kötü
şartlardan yâni bunun iktisadî neticelerinden, gerektiğinden daha kötü ekmek
imâl etmek suretile sıyrılmağa çalışmaktadır.
Tekrar edelim,
bugün artık Türkiye’de ekmek bir devlet işi olmaktan çıkmıştır. Eğer devlet sosyal
adaleti gerçekleştirmek kaygusu içinde bir şeyler yapmak istiyorsa gücünü
ekmekten katığa aktarması için zaman artık gelmiştir sanıyoruz.
Haydar KAZGAN, “ Ekmek Fiyatı ve Sosyal Adalet”, Yeni Ufuklar , 1963,
sayı 136, s.1-4
13 Şubat 2013 Çarşamba
Cemil Topuzlu Paşa ve Fırıncılar
1912
yılında Şehreminliği vazifesine başlayan Operatör Dr. Cemil ( Topuzlu ) Paşa 80
Yıllık Hatıralarım adlı anılarında yaptığı icraatlarında ekmekçilere yer
ayırmış. Bakalım fırıncıları nasıl hizaya koymuş…
“ …
Hele ekmekler son derece bozuk ve ekseriya tartıca eksikti. Mâlumdur ki bütün
medenî şehirlerde ekmek hıfzısıhha kaidelerine uygun fabrika ve fırınlarda
pişirilir.Tartı ile ya pastanelerde ve yahut yalnız ekmek satmaya mahsus temiz
dükkanlarda kağıda sarılı olarak satılır.
Şehrimizde ise ekmekler birkaç yüze
baliğ olan pis fırınlarda tablakârların kirli ayaklarıyla yoğrulur ve çamurlu
kunduralarıyla tezgâhlara konulur ve tartısız olarak oracıkta satılırdı. Dükkânların
hiç birinde camekân bulunmadığından ekmekler toz toprağa maruz kalır, halk da
bu suretle bu kirli mikroplu ekmekleri yerlerdi. Ocaklardan ekmek çıkarmaya
mahsus kürekler de pek uzun olduğundan bunların uçları yaya kaldırımlarına
kadar fırlar, gelen geçenleri iz’ac ( rahatsız ) eder ve hattâ bazı kere sakatlardı.
Bundan başka ekmekler üstü açık gayet pis küfeler içinde taşınırdı. s. 107
…
Evvelâ fırınlara uğradım. Dışarıda, dükkânın önüne ve içerideki ekmek
satış yerine camekân yaptırmayan, ekmekleri ayak basılan yerlerde bırakan,
sokaklara kadar küreklerini uzatan, bozuk ve tartıca eksik ekmek satan ve hamur
yapılan yerlerdeki çırak ve ameleye beyaz ketenden temiz gömlek ve beyaz başlık
taktırmayan fırıncıların fırınları içinde ne kadar ekmeği varsa hepsini
toplatıp kamyona doldurdum. s. 120–121
…
Ben
Şehremanetine geldiğim zaman, fırınların camekânı bile yoktu. Amele gayrı sıhhî,
ekmekler yerdi. Bir talimatname vücuda getirdim. Fırınlarda camekânlar
yaptırdım. Ekmekleri duvardan duvara raflara istif ettirdim. Küreklerin
fırınlardan dışarıya çıkmalarını menettim. Ameleyi sıhhi kontrole tabi tuttum. s.
166 “
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)