23 Şubat 2013 Cumartesi

Ekmek Fiyatı ve Sosyal Adalet



      İstanbul’da ekmek fiyatının 60 kuruştan 70 kuruşa çıkarılması Abdülhamid devrinden kalma ucuz ekmek yedirme politikasını yine günün konusu haline getirdi. Yapılan yorumlarda yeni alıştığımız bâzı ilkelere fazla yer verildiğini de gördük. Ekmeğe bağlı bir sosyal adalet ilkesi ekmek fiyatının arttırılmasına en fazla konu edildi. Fakat Abdülhamid devrinden bu yana her şey değişti, artık bir lokma ekmek hiçbir toplumda bir gaye olmadığı gibi, katıksız en iyi cinsten ekmek de bir toplumda sosyal adalet tarifine girmiyor. Bu kadar ucuza temin edilen bir sosyal adaleti artık kimse istemiyor, pahalısını katıklısını istiyor.
      Ekmek işinde sosyal adaleti ararsak bunu ilk önce Toprak Mahsulleri Ofisinin ekmeklik buğday politikasında aramak lâzım. Bilindiği gibi bu ofis vaktile zürrayı korumak politikasına uygun olarak buğdayı köylüden dünya ve iç piyasa fiyatlarının üstünde bir fiyatla satın almakta ve büyük şehirlerde aynı buğdayı fırınlara maliyetin altında bir fiyatla satmakta idi. Tabiatile böyle bir alış veriş ofisi milyonlarca zarara sokmuştu ve bu zararlar da Bütçe’den kapatılıyordu. Sonradan Amerikan buğdayı ithali bu zararları büyük ölçüde hafifletti.
      Bol memurlu ofis, zararına buğdayı sadece büyük şehirlerde sattığı için bu şehirlerde diğer gıda maddelerinin fiyatı süratle yükselirken ekmeğin fiyatını bu süratten kaçırmıştır. Fakat ofisin zararları devlet bütçesinden kapatılınca asıl sosyal adalet işte bu sebeple ihlâl edilmiş olmakta, büyük şehirlerde yaşayan vatandaş vatanın diğer kısımlarında yaşayanları sömürmektedir. Şöyle ki, İstanbul’da ekmek 35 kuruşa satılırken aynı ekmek Urfa’da 80 kuruşa satılmıştır. Neden? Zira İstanbul’da fırınlara verilen buğdayın fiyatı maliyeti bile karşılamayan fiyat, oysa ki Urfa’daki fırıncının ödediği maliyetin üzerine kâr ilave edilmiş olan piyasa fiyatı. Ama kimsenin aklına gelmiyor ki, Urfa’lı vatandaş da İstanbullu vatandaş gibi aynı kanunlara muhatap olarak devlet bütçesine serveti ve geliri ile iştirak ediyor. Neden ona da ucuz ekmek verilmiyor. İşte asıl sosyal adaletin, ihlâli buradadır. Fakat işin garibi bunu pek az düşünür konu etmiştir. İstanbul’da sırasında turfanda kilosu 50 liraya bamya, 20 liraya patlıcan alabilen vatandaşa ekmeği maliyetinin altında satmak ve bu yolda girişilen zararı kendilerine bir içme suyu temin edemeyen devletin Urfa’lı, Mardin’li, Kastamonu’lu, Niğde’li  vatandaşa şekeri maliyetinin iki mislinden fazla bir fiyatla  temin ettiği hasılatla karşılamak hiçbir anlamda sosyal adalet ile bağdaştırılamaz. İstanbul daha çok vergi veriyor deniyor, iyi ama aynı İstanbul bütçeden finanse edilen devlet masraflarının en büyük payını alıyor.
      Büyük şehirlerde yaşayan düşük gelirli vatandaşa gelince; ilk olarak şunu söyleyeyim ki sırasında bir teneke suyu 150 kuruşa satın alan gecekondu sakinlerine 60 kuruşa ekmek satan devlet bu politikası ile sosyal adaleti gerçekleştirmek istediğini nasıl iddia edebilir? Sonra bütün gıda ekmek midir? Katık fiyatlarından ne haber? Makarna 3 ilâ 4 lira, patates 2,5 lira, soğan keza öyle sebze ve meyvelerin yanına yaklaşmak, bâzı vatandaşlar için fezaya çıkmak gibi bir şey. Böyle bir iktisadi ortamda ekmeği Abdülhamitten yadigâr kalma bir usulle ucuza satmak ancak Abdülhamid’in  sosyal adalet düşüşçesine uygun olur.
      60 kuruştan 70 kuruşa yükseltilen ekmeğin kalitesi ise bu politikanın artık iflâs etmiş olduğunu belirtmek için kâfi gelir sanıyoruz. Ucuz fakat yenmesi zor ekmelerden o düşük gelirli addettiğimiz vatandaş bile şikâyetçidir. Gece kondu semtlerinde bile çöp tenekeleri ekmekle doludur. Ucuz olduğu için, yâni diğer gıda maddelerine nisbetle ekmeğin fiyatı düşük olduğundan, en kötü şartlar altında yaşayan şehirlilerin dahi ekmek satın alırken bir müşteri rantı elde ettiğini kabul etmek lâzımdır. Bu sebeple de bayat ekmeği yememekte, atıp tazesini almaktadır. İstanbul’da günde 10.000 ekmeğin çöplüğe atıldığını itiraf eden alâkalılar nasıl olur da bu gerçeği fark etmezler? Daha iyi kalite ekmeği daha pahalıya almaya razı olanlar sadece yüksek gelirliler değil fakat bütün şehirliler olduğunu nasıl olur da bir türlü fark edemiyoruz? Bu politikanın bize ekmeğe saygıyı dahi unutturduğunu görmek için şehride şöyle bir dolaşmak kâfidir sanıyoruz. Millî servetin ucuza ekmek satmak politikası ile de tahrip olabileceğini şu günlerde bir türlü anlayamamak, bize çok ama çok garip geliyor.
      Eskiler, Türkiye’de ekmek fiyatı yükselince asıl ihtilâl bundan çıkar diyorlar. Bence bugün için bu millete düpedüz hakarettir. Artık bu toplumda ekmeğin, kuru ekmeğin, bayatlayınca ağza alınmayacak, mandıralarda ineklerin bile kepek suyuna tercih etmedikleri bir ekmeğin bolluğu veya kıtlığı, ucuzluğu veya pahalılığı ne ekonomik ve de sosyal bir mesele olamaz. Nitekim bugün gecekondu sakinleri bile ekmekten şikâyet ederken, bayatı yenmiyor, günde iki üç defa fırına gitmek zor geliyor diyor ve meseleyi burada kapatıyor. Diğer yorumlar ise basında öteden beri alışılmış sloganların tekrarından başka bir şey değil. Zaten bugünkü iktisadi ve sosyal ortam içinde bundan başka bir şey de olamaz. Zira bu toplum artık sosyal adaleti ekmekte değil, katıkta aramağa başlamıştır.
      Nihayet ucuz ekmek politikasının çok önemli olan bir istihsal sektörünün iptidai şartlardan kurtulamamasına sebep teşkil ettiğini de iddia edebiliriz. Memleketimizde büyük şehirlerde bütün istihsal sektörlerinde medeni ölçüler büyük ilerleme kaydettiği halde fırıncılık 100 yıllık bir gerileme içinde kalmıştır. Bilhassa tek ekmek tipi üzerinde ısrar etmemiz ve bunu da fiyatını mesela ekmek fabrikalarının kurulmasını teşvik etmeyecek şekilde düşük tutmamız, ekmek imalinde en iptidaî şartlara bağlı kalarak yaşayabilen bir fırıncılığa ve bunun sosyal ve ekonomik neticelerine katlanmamıza sebep olmaktadır. Nitekim bugün fırınlarımızdaki çalışma şartları çok ağır, işçi ücretleri çok düşük, yatırılan sermayenin verimi diğer iş kollarındakine nazaran çok geridir. Böyle olunca da fırıncı müteşebbis tabiatile hile yoluna sapmakta ve içinde bulunduğu kötü şartlardan yâni bunun iktisadî neticelerinden, gerektiğinden daha kötü ekmek imâl etmek suretile sıyrılmağa çalışmaktadır.
      Tekrar edelim, bugün artık Türkiye’de ekmek bir devlet işi olmaktan çıkmıştır. Eğer devlet sosyal adaleti gerçekleştirmek kaygusu içinde bir şeyler yapmak istiyorsa gücünü ekmekten katığa aktarması için zaman artık gelmiştir sanıyoruz.
                       Haydar KAZGAN, “ Ekmek Fiyatı ve Sosyal Adalet”, Yeni Ufuklar , 1963, sayı 136, s.1-4
     

13 Şubat 2013 Çarşamba

Cemil Topuzlu Paşa ve Fırıncılar


              1912 yılında Şehreminliği vazifesine başlayan Operatör Dr. Cemil ( Topuzlu ) Paşa 80 Yıllık Hatıralarım adlı anılarında yaptığı icraatlarında ekmekçilere yer ayırmış. Bakalım fırıncıları nasıl hizaya koymuş…
               “ … Hele ekmekler son derece bozuk ve ekseriya tartıca eksikti. Mâlumdur ki bütün medenî şehirlerde ekmek hıfzısıhha kaidelerine uygun fabrika ve fırınlarda pişirilir.Tartı ile ya pastanelerde ve yahut yalnız ekmek satmaya mahsus temiz dükkanlarda kağıda sarılı olarak satılır.
                Şehrimizde ise ekmekler birkaç yüze baliğ olan pis fırınlarda tablakârların kirli ayaklarıyla yoğrulur ve çamurlu kunduralarıyla tezgâhlara konulur ve tartısız olarak oracıkta satılırdı. Dükkânların hiç birinde camekân bulunmadığından ekmekler toz toprağa maruz kalır, halk da bu suretle bu kirli mikroplu ekmekleri yerlerdi. Ocaklardan ekmek çıkarmaya mahsus kürekler de pek uzun olduğundan bunların uçları yaya kaldırımlarına kadar fırlar, gelen geçenleri iz’ac ( rahatsız ) eder ve hattâ bazı kere sakatlardı. Bundan başka ekmekler üstü açık gayet pis küfeler içinde taşınırdı.  s. 107
                  …
                 Evvelâ fırınlara uğradım. Dışarıda, dükkânın önüne ve içerideki ekmek satış yerine camekân yaptırmayan, ekmekleri ayak basılan yerlerde bırakan, sokaklara kadar küreklerini uzatan, bozuk ve tartıca eksik ekmek satan ve hamur yapılan yerlerdeki çırak ve ameleye beyaz ketenden temiz gömlek ve beyaz başlık taktırmayan fırıncıların fırınları içinde ne kadar ekmeği varsa hepsini toplatıp kamyona doldurdum. s. 120–121
                  …
                  Ben Şehremanetine geldiğim zaman, fırınların camekânı bile yoktu. Amele gayrı sıhhî, ekmekler yerdi. Bir talimatname vücuda getirdim. Fırınlarda camekânlar yaptırdım. Ekmekleri duvardan duvara raflara istif ettirdim. Küreklerin fırınlardan dışarıya çıkmalarını menettim. Ameleyi sıhhi kontrole tabi tuttum. s. 166 “